‘’Sanat olmasına gerek yoktur fotoğrafın. Fotoğraf tarih olayıdır.Tarihi zaptediyorsun. Bir makina ile tarihi durduruyorsun.’’
İstanbul ve fotoğraf denilince ilk akla gelen isimdir Ara Güler. Türkiye’de sayısız fotoğrafçıya ilham olan Ara Güler ise kendini her zaman sanatçı olarak değil fotomuhabir olarak tanımlamış. Ara Güler’e göre kendisi tarihi belgeleyen ve tarihe ayna tutan biriydi sadece. Fakat İstanbul’lular için kendisi çok daha özel bir anlam taşıyor. Ara Güler bizlere İstanbul’un geçmişsini ve geleceğini hatırlatıyor. İnsana dair her şeyi gösteriyor fotoğrafları ile.
Ara Güler hayatını ve bütün tutkusunu adamış fotomuhabirliğe. Bir yandan dünyayı gezmiş bir yandan Türkiye’yi kamerası ile ölümsüzleştirmiş. Afrodisyas Antik Kenti’ni keşfetmiş, Nemrut Dağı’nı dünyaya tanıtmış. Dünyayı gezdiği sıra da çeşitli kişiler ile foto röportajlar yaptı ve dünyaya herkesin farklı bir yönünü tanıttı. İsmet İnönü, Winston Churchill, Indira Gandi, John Berger, Bertrand Russeli, Fikret Mualla ve Alfred Hitchcock, Güler’in fotoğrafladığı sayısız ünlüden sadece birkaçı. Ama iki isim var ki Güler’in en değişik anıları içerisinde belki de: Picasso ve Salvador Dali.
Ara Güler’in Hayatı
Ara Güler 1938 yılında İstanbul’da doğmuş. Türk-Ermeni bir anne ve babanın çocuğu kendisi. Aslında hep tiyatro alanında çalışmak istermiş. Ya yönetmen ya da oyun yazarı olmak istiyormuş. Hatta lise yıllarında o zamanların en seçkin tiyatro akademilerinden biri olan Muhsin Ertuğrul’un Tiyatro Kurslarına katılmış. Üniversite zamanında ise bir yandan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne gidip bir yandan da fotomuhabiri olarak çalışmaya başlamış.
Güler sadece Türkiye’ye değil, dünyaya da ismini tanıtmış bir fotoğrafçı. Dünyada sayısız kitap, dergi ve gazetede fotoğrafçı olarak çalıştı. İngiltere’de yayımlanan “Photography Annual Antalojisi” tarafından dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri olarak tanımlanmasından Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği’ne kabul edilen tek Türk üye olmasına kadar birçok global ünvanı olmuş Güler’in. Hatta bu ünvanlara Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen “Master of Leica” da dahil.
Ara Güler 17 Ekim 2018’de yani doğum gününden ve Ara Güler müzesinin açılmasından tam 2 ay sonra vefat etti. Şimdi kendisinin fotoğrafladığı anılar dünyanın dört bir yanında sergileniyor. Bunlardan bir tanesi de Ara Güler müzesi. Ara Güler müzesinin detaylarını ise bu yazımızda bulabilirsiniz.
Ara Güler ve Picasso
“Türkiye’de bir adet orijinal Picasso var, o da benim evde.”
Evet doğru okudunuz, Türkiye’deki tek orijinal Picasso Ara Güler’e ait. Hikayesi ise oldukça eğlenceli.
Ara Güler 1071 yılında Fransa’daki bir yayınevinde çalışırken Picasso’nun ‘Picasso: Metamorphoses et Unité’ adlı kitabını çekmekle görevlendirilmiş. Hatta derler ki Ara Güler aynı zamanda meyhane arkadaşı olan patronuna ‘Beni götürmezsen konuşmam seninle’ diyerek ikna etmiş bu projeye katmalarını onu. Kitap ise Picasso’nun 90. doğum günü anısına basılacakmış.
4 günlük röportaj, Picasso’nun Fransa’da Cannes yakınlarındaki kendi evinde gerçekleşmiş. Güler, Picasso’yu özel ortamında en doğal haliyle fotoğraflamış. Böylece Picasso’nun fotoğrafını çekebilen nadir isimlerden de biri olmuş. Çünkü Picasso fotoğrafçılardan pek hazzetmiyormuş. Röportajın en ilginç noktası ise Ara Güler’i sevmeye başlayan Picasso, Güler’i resmetmiş. Söylenene göre Ara Güler, Picasso’ya ressam Paul Cézanne’ı hatırlatmış. Böylece Güler ile Cézanne arasında bir figür çizmiş. O resim bugün Ara Güler’in tüm arşiviyle birlikte özenle korunuyor.
Ara Güler ve Salvador Dali
“Fotoğraf makinesiyle eskrim oynar gibiydi. Gerçeküstü bir hava yaratıyordu. Poz vermek için de değildi bu yaptığı; günlük yaşamında da gerçeküstü öğelerin peşindeydi.”
Salvador Dali tartışmasız sanat dünyasının en renkli ve belki birazcık da deli denilebilecek karakterleri arasında. E söylenenlere göre de Ara Güler’de az matrak biri değilmiş. O yüzden bu ikilinin karşılaşma hikayesi bir hayli eğlenceli.
O sıralar Time dergisinde çalışan Güler 20. yüzyılın en ünlü ressamlarından Salvador Dali’nin fotoğraflarını çekmesi için görevlendirilmiş. Salvador Dali’nin hayatının bir çoğunu geçirdiği Paris’teki Meurice Oteli’ne gitmiş. Gittiğinde ve neden geldiğini görevlilere söylediğinde ise şöyle bir cevap almış: “101 nolu odada kalıyor, şansını dene”. Yani anlayacağınız Dali’de renkli kişiliği ile görüşmesi ve tahmin etmesi zor. Bir cesaret gitmiş çalmış kapısını. Karşılaşmaları ise oldukça tatsız sonuçlanmış. Ara Bey, kendisine “Benim 1 dakikam 25 bin dolardır” diyen Dali’ye esprili bir dille “Bir dakikada resim çekemem ki, o kadar para yok yanımda.” demiş. “Matrak geçtiğimi anladı, beni tuttuğu gibi kapıdan dışarı attı.” diye anlatıyor Ara Bey o günleri. İşte o an Dali’yle bir röportaj yapması gerektiğinden emin olmuş.
Bir sohbet sırasında arkadaşına başından geçeni anlatırken büyük bir şaşkınlık yaşamış Ara Bey; Salvador Dali, sohbet ettiği arkadaşının vaftiz babasıymış! Böylece Ara Bey Dali’yle “ikinci kez tanışma” fırsatı yakalamış.
Ara Güler, Dali’yle pek çok kez bir araya gelip çok sayıda fotoğrafını çekmiş. Bir gün Dali, Ara Bey’in bir fotoğraf karesinden iki tane bastırdığını görmüş. Neden iki tane, diye sormuş. Ara Bey de birini imzalarsa, diğerini kendisine hediye edeceğini söylemiş. Böylece medyada pek çok yerde karşımıza çıkan o devasa sarı imzalı Dali fotoğrafı ortaya çıkmış. “5 kuruşluk kâğıt oldu 150 bin dolar.” diyor Güler bir röportajında. Bu arada, Dali’nin attığı imzanın kuruması tam bir buçuk gün sürmüş! Dali’nin odasında bir şey olur korkusuyla fotoğrafı hiçbir yere koyamamış Ara Bey, hemen bir taksiye atlayıp kendi kaldığı eve gitmiş. Fotoğrafı yatağının üzerine serip kurumaya bıraktıktan sonra geri dönmüş.