Gün batımı yaklaşırken, Haliç’in kıyısında, 15. yüzyılda savaş gemileri inşa etmek üzere kurulmuş tarihi bir tersanenin içindeyim. Etrafım, içinde bulunduğumuz zamana ve yaşadığımız dünyaya söyleyecek sözü olan yüzlerce sanatçının; insanın yaratıcı potansiyelinin sınırsızlığını ortaya koyan eserleri ile çevrili. Bir zamanlar savaş gemilerinin inşa edildiği bu tarihi mekân, bugün, sanatın; insanları ve fikirleri buluşturduğu bir mekâna dönüşmüş. 17. Contemporary İstanbul bu mekânsal dönüşümün ruhunu taşıyan bir atmosferde gerçekleşti.
17. Contemporary İstanbul Türkiye’nin en büyük çağdaş sanat fuarlarından birisi. Bu sene 17 – 22 Eylül tarihlerinde on yedincisi düzenlenen fuara 22 ülkeden tam 558 sanatçı katıldı. Bu sanatçıların imzasını taşıyan 1476 eser, Tersane İstanbul’un tarihi mimarisinde sergilendi.
17. Contemporary İstanbul en çok reaksiyon alan eserler arasında Jeff Koons’un BMW için tasarladığı “Rüya Otomobil” ve Hande Şekerciler ve Arda Yalkın’dan oluşan sanatçı ikilisi ha:ar’ın “Disruption” isimli heykel-performansı yer alıyor. Tabi her eserin her bir izleyicinin üzerindeki etkisi farklı. Bu yüzden Contemporary İstanbul’u gezen herkesin kendi “öne çıkanlar” listesi oluşmuştur. Benim listemde ne var diye sorarsanız, Nancy Atakan’ın Ascribed // Atfedilen video eseri ve Server Demirtaş’ın Çığlık heykeli.
Nedir bu “Contemporary Art”
Kısacası bu sergi bize ne vadetmişti diye başlayalım. “Contemporary art” yani çağdaş sanat en yalın ifadeyle “bugünün” hatta “anın” sanatı olarak tanımlanıyor. Çağdaş sanat, içinde olduğumuz zamanın, üzerinde yaşadığımız dünyanın, sosyal, kültürel, siyasi gündemine kavramsal bir dille karşılık veriyor. Devam eden diyaloğun bir parçası haline geliyor. Galiba en çok bu yüzden “anın” sanatı.
Sanat, her sanatçının kendi meselesinin arayışına düştüğü iç yolculuğunda şekilleniyor. Sanat nesnesinin vereceği estetik hazdan ziyade varoluşu altında yatan temel kavram ön plana çıkıyor. Nihai sanat nesnesi değil, bu sonuca giden süreç sanatın kendisi haline geliyor. Hatta birazdan göreceğimiz gibi izleyici de bu sürecin parçası oluyor.
Sanatın üretim süreci ne kadar tek ve eşsizse, her bir izleyicinin sanat eseriyle ilişkisi de tek ve eşsiz. Kısacası bu eserlere bakarken “acaba ne anlamam gerekiyor” diye dertlenmeye hiç gerek yok. Ne anlıyorsak o, ne düşünüyorsak o, ne hissediyorsak o. Jeff Koons’un deyişiyle “sanat eseri, izleyicisinin gözünde tamamlanıyor”.* İşte çağdaş sanatın vaadi bu.
Rüya Otomobili, Jeff Koons
Madem söz Jeff Koons’a geldi o zaman Cİ’yi keşfetmeye sanatçının BMW’nin M850i xDrive Gran Coupé modeli için tasarladığı Rüya Otomobili ile başlayalım. Jeff Koons’un tasarımını taşıyan Rüya Otomobili’nden sadece 99 tane üretilmiş. Bunlardan 4 tanesi Türkiye’de. Bir tanesini Borusan Otomotiv satın almış. İki tanesini yine bir kurum bir tanesini ise bir şahıs satın almış. Benimle bu bilgiyi paylaşan görevliye aklımdan geçen ilk soruyu sordum: “Kullanabilecek mi?” Evet, ilk önce bunu düşündüm 🙂 Ama maalesef bu arabaların kullanımı yasakmış. Sadece sergileme amaçlı satın alınabiliyor. Buradaki hayal kırıklığını bir kenara bırakırsak 🙂 Jeff Koons’un tasarladığı araba, BMW’nin 1975 yılında başlayan BMW Art Cars** serisinin sonuncusu. Bu seride aralarında Andy Warhol, Roy Lichtenstein ve Frank Stella gibi isimlerin yer aldığı sanatçıların tasarladığı tam 19 araba yer alıyor. Rüya otomobili bu serinin sonuncu, Jeff Koons’un ise bu serideki ikinci tasarımı. Buradaki marka ve sanatçı ilişkisini, geçmişteki sanat mesenliği / hamiliğinin çağdaş bir versiyonu olarak görmek mümkün mü?
Avrupa’da Rönesans sanatının temel dinamiklerinden bir tanesi, sanat mesenliğinin kilisenin tekelinden kurtulması ve bu durumun sanatçının özgürlük alanını genişletmesiydi. Medici – Da Vinci ilişkisinde, elbette sınırsız bir özgürlükten bahsetmek naif olur ama sanatçıya, dehasını ortaya koyabileceği, kiliseye alternatif yeni bir alan yaratmış oldu. Bu alan, Medici sarayıydı, kabul. Ama özgürlük alanında böyle bir genişlemenin, sanatta yeni keşiflerin yapılmasına imkân verdiğini görmüştük. Bugünün Medici sarayı BMW otomobili…Markalar, sanatçıların maddi imkanlarını genişletmek, onların dehalarını ortaya koyabilecekleri yeni olasılıklar sunmak üzere yarışa girer ve bu yarışta en fazla özgürlük alanı sunan kazanırsa, işte bundan sanat karlı çıkar. Bir markanın mesenliğini kabul edip etmemek şüphesiz sanatçının kararı…Ama eserin bir parçası olmayı kabul edip etmemek izleyicinin kararı. Ne demişti Jeff Koons, eser izleyicisinin gözünde tamamlanır. Yani bu arabaya baktığınızda düşündüğünüz hissettiğiniz hiçbir şeyi yabana atmayın, BMW ve Jeff Koons kadar siz de bu sürecin parçasısınız.
Disruption, ha:ar
Disruption, bir heykel değil, heykel performansı. Hande Şekerciler ve Arda Yalkın’ın imzasını taşıyan Disruption’da endüstriyel bir robotun fuar süresince bir camekan içerisinde mermer malzemeyi işleyerek heykel yaratmasına şahit oluyoruz. Aklınıza şu soru gelmiş olabilir, bu robota sanatçıların önceden hazırladığı bir tasarım mı yüklendi? Yani teknoloji sadece bu heykelin maddi üretim boyutunda mı yer aldı? Hayır, öyle değilmiş. Bunun için bir makine öğrenmesi algoritması olan GAN (Generative Adversarial Network) algoritması, aralarında ha:ar’ın çalışmalarının da yer aldığı binlerce heykel görüntüsü ile eğitilmiş. Heykel bu algoritmanın iki boyutlu çıktılarıyla tasarlanmış. Heykel algoritmanın, algoritma sanatçıların eseri. Yapay zekanın, sanatsal üretim sürecinin maddi sınırlarını aşıp “Ortak Yaratıcı Çalışan” (creative contributor) haline geldiğini gösteriyor.
Heykel fuarın son günü tamamlandı. Fuara katılan ziyaretçilerin her biri bu yaratım sürecinin ünik bir anına tanık oldu. ha:ar, eserini, robotun ürettiği heykel olarak değil sürecin ve deneyimin kendisi olarak sunuyor. Disruption akla şu soruyu getirmiyor değil, yapay zekâ sanatçıdan ne kadar rol çalıyor? Aslında bir şey çalmıyor. Teknolojinin sanatsal üretim sürecinde aldığı rolün gün geçtikçe genişlemesi, insanın sanatsal dehasına sınırsız olanaklar sunuyor. Bu da insan potansiyelinin gün geçtikçe büyümesi anlamına geliyor.
Fuar süresince Disruption sergisine bir konuşma programı eşlik etti. Küratör, akademisyen ve Amber Festival kurucu direktörü Ekmel Ertan’ın, kamusal alanda sanat bağlamında Disruption’ı değerlendirirken paylaştığı şu sözler çok çarpıcıydı: teknolojinin ve sanatın, bireyi güçlendirmesi gerekiyor; onun üzerinde hegemonya kurması değil. Sanatsal üretim sürecinde, teknoloji; sanatçıyı güçlendirmeli, ondan rol çalmamalı, onu yönetmemeli. Ama bunun için Ekmel Ertan’ın sözleri ile “teknolojinin farkında olmak gerekiyor ki o nesnesi haline gelmeyelim.”
Çığlık (Scream), Server Demirtaş
İşte benim karşısında kalakaldığım eser de buydu. İzlerken nefesimi tutmuşum, farkında bile değildim. Hani demiştik ya çağdaş sanatta, her eserin her bir izleyicideki etkisi ve deneyimi de eşsiz diye. Bu da benim eşsiz deneyimim. Çığlık, kinetik heykel sanatının bir örneği. Yakalamaya çalıştığı, naçizane, formların estetiğinin ötesinde hareketin estetiği. Bu heykeldeki hareketin arkasında bir mekanizma var. Ama hareketin kendisi mekanik değil, biyolojik, duyusal, insana dair. Etkileyici olan, bu kadar insancıl bir hareketin bir mekanizma ile heykele kazandırılması. Giderek büyüyen bir metropolde, zamanla yarış halinde geçen hayatımda, hızlı olmak adına benim hareketlerim mekanikleşirken, acaba bir sanatçının ellerinde mekanizmanın insancıllık kazanmasından mı bu kadar etkilendim?
Server Demirtaş’ın önceki yıllarda da Contemporary İstanbul izleyicileriyle buluşan kinetik heykelleri kadar kişisel yolculuğu da etkileyici. Kendisi aslında Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümü mezunu. Üçüncü boyutun olasılıkları onu heykele yöneltmiş. Hiçbir mühendislik eğitimi almamış. Ama sanattaki arayışı, otomobil camı sileceklerinden bisiklet frenine kadar geniş bir spektrumda mekanik bilgisine erişip, bu bilgiyi farklı yöntemlerle sanatında kullanmasını sağlamış. Da Vinci’yle örneklendirilen ve insanın öğrenme ve gelişme kapasitesinin sonsuz olduğunu söyleyen “Rönesans İnsanı” kavramını aklıma getiriyor. Alberti bu kavramı “İnsan isterse herşeyi yapar” (a man can do all things if he will) olarak tanımlamıştı. Server Demirtaş da geçtiğimiz yıl bir röportajında kişisel yolculuğunu anlatırken, babasının ona her zaman “her şey yapılabilir” dediğini paylaşmıştı.***
Ascribed // Atfedilen, Nancy Atakan
Ascribed // Atfedilen, yüzyıllar boyunca kendisi için tanımlanan dar bir çerçeve içinde yaşamak zorunda bırakılan ve şiddetin her türüne maruz kalan kadınların duyulmayan çığlıklarıyla yüzleştiriyor. Bu çığlıklar, kadına verilen geleneksel malzemelerle ifade buluyor: iğne, iplik gergef. Çünkü yüzyıllar boyunca erkek eli fırça, keski ve çekiçte ustalaşırken, kadın eli, iğne ve iplik tutmuş. Ahşap, tuval, mermer, biraz da erk ile ilişkili olarak erkeğin malzemesi olmuş. Ama çağdaş sanat bize sanatın malzemesinin değiştiğini gösteriyor. İfade, kendisini gerçekleştirecek en uygun araçta can buluyor. Artık sanat, nesnesiyle değil kavramsal ifadesiyle var oluyor. Herhangi bir malzemeyi güçlü bir araç, medyum (medium) haline getiren, sanatçının ortaya koyduğu fikir, kavram oluyor.
“Daha fazla kapsayıcılık”
Cİ muhteşem bir çağdaş sanat koleksiyonunu izleyicilerle buluşturdu. Bu buluşma, ön yargılara, genel kabullere, sabit fikirlere meydan okuyan bir buluşma oldu. Bu meydan okumayı neden geleneksel sanat mekanlarına çevirmeyelim. Tersane İstanbul’un muhteşem bir mimarisi, olağanüstü bir manzarası var. Ama kabul edelim, eserleri fiziksel olarak bir mekânda sergilemek geleneksel bir format. Sanatın malzemesinin dijitalleştiği bir çağda, dijitalin olanaklarını sergi mekânı olarak da kullanmanın zamanı değil midir?
Teknoloji aşkına değil… Fuar sırasında, Cİ Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli Jeff Koons ile söyleşisinde, geleceğin sanat mekanlarını nasıl görüyorsun diye sordu. Jeff Koons, “Çok daha fazla kapsayıcılık. Her zaman daha fazla sergi alanına ihtiyaç duyulacak” diyerek karşılık verdi.
Kapsayıcılık aşkına…Fizikselin kısıtlı olanakları kapsayıcılığı kısıtlıyor. Biletlerin ücretli olması, serginin genel ziyarete açık olduğu zamanların hafta sonundan ziyade hafta içine denk gelmesi, fizikselin kısıtlı olanakları dahilinde verilen kararlar şüphesiz. Ama bunun “kapsayıcılığı” büyük ölçüde engellediği bir gerçek. Türkiye’de kaç tane üniversite öğrencisi bugünün ekonomisinde Cİ öğrenci biletini alabilir veya çalışan insanların ne kadarı İstanbul’un içinden veya dışından, Cİ’yi görmek için hafta içi zaman ayırabilir?
Cİ’da sergilenen eserlerin küçük bir bölümünü dahi olsa dijitale taşımak, ücretsiz olarak veya çok daha makul ücretlerle, işten, evden, bulundukları yerden erişebilecekleri bir platforma taşıma, bu buluşmayı daha kapsayıcı bir hale getirebilir. Cİ’nin gelecekteki potansiyeli bence burada yatıyor.
Sezin Aydın
Creative Content Producer, Piri
Sanat Tarihi Öğrencisi, MSGSU
17. Contemporary İstanbul da çok da özel bir yerde yapıldı. Meraklıları, Tarihi Yarımada gezi rehberi yazımıza bakabilir.