Kültür Sanat

Frédéric François Chopin: Chopin’in Kalbi

1810-1849 yılları arası yaşamış dünyaca ünlü Polonya’lı romantik dönem bestecisi ve virtüöz piyanist Frédéric François Chopin’in konyak dolu bir kavanozda saklanan kalbinin hikayesini daha önce duymuş muydunuz? Bu ilginç hikâyeye geçmeden önce kısaca Chopin’in hayatına bir göz atalım isterseniz.

Chopin Kimdir?

Chopin 1810 yılında Polonya’nın Żelazowa Wola köyünde doğmuş. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını başkent Varşova’da geçiren ve müzik eğitimlerini de burada tamamlayan Chopin, 21 yaşında hayatının geri kalan kısmını geçireceği Paris’e yerleşmiş. Burada aralarında Macar besteci Franz Liszt’in de bulunduğu dönemin diğer ünlü bestecileriyle arkadaşlıklar kurmuş.

Kısa süren yaşamından geriye yüzlerce unutulmaz beste bırakan Chopin, 1849 yılında henüz 39 yaşındayken tüberküloz nedeniyle Paris’te hayata veda etmiş. İlk performansını sadece 7 yaşındayken sergileyen Chopin, hayatı boyunca sadece 30 tane canlı performans sergilemiştir. Ünlü besteci büyük kalabalıklara konser vermekten ziyade daha çok özel salon performanslarını tercih etmiş. Aynı zamanda piyano dersleri de vermekteymiş.

Chopin’in Eserleri

Chopin’in eserlerinin hepsi piyano içermekte ve hatta etütler, mazurkalar, polonezler ve noktürnler gibi çoğu solo piyano eserleridir. Çoğu bestesi sanatçının Polonya kökenlerinden izler taşımaktadır. Eğer romantik dönemin en önemli sanatçılarından olan Chopin’in o sihirli melodilerine aşina değilseniz dinlemeye ‘’Piyanist’’ filminden de kulaklara kazınmış olan Do Diyez Minör Noktürn’ü, insanın ruhunu okşayan valslerinden La Minör Waltz ve Do Diyez Minör Waltz, Si Bemol Minör Polonez (‘Adieu’) ve tabii ki Fantesie İmpromptu’yla başlamanızı öneririm. Tekrar tekrar dinlemekten kendinizi alıkoyamayacağınıza eminim.

Kavanozdaki Kalp

Gelelim kalbinin hayret verici hikayesine.

Frédéric Chopin uzun zaman tüberkülozla mücadele etmiş. Ancak yıllar içinde ilerleyen hastalığının karşısında zayıf düşmüş ve 39 yaşında daha fazla direnemeyerek Paris’teki evinde hayata gözlerini yummuş. Romantik dönemin dahi sanatçısı ardında müzik dünyasına yüzlerce eser miras bırakmış.

O yıllarda, 19. Yüzyılda, çok yaygın olan bir fobi varmış: ‘’Tafefobi’’ yani ölmeden, diri diri mezara gömülme korkusu. Hala nefes aldığı, yaşadığı halde bu anlaşılmadan gömülüp aradan birkaç gün geçtikten sonra karanlık ve soğuk bir mezarda uyanmaktan ve kimseye sesini duyuramamaktan korkanların sayısı bir hayli fazlaymış o dönemlerde. Hatta tabutlarına bir alarm sistemi yaptırmak isteyenler bile varmış. Herkesin tanıdığı birkaç isim sayacak olursak ünlü Rus yazar Nikolai Gogol, Alman filozof Arthur Schopenhauer, Fransız ressam Auguste Renoir, Amerikan

Başkanlarından George Washington, İsveçli kimyager Alfred Nobel, Hollandalı yazar Hans Christian Andersen ve daha niceleri.

Chopin de bu korkuyu yaşayanlardan biri olarak ölmeden önce vasiyetini buna göre hazırlamış. Ölümünden kısa bir süre önce Paris’e, yanına gelen kız kardeşi Ludwika Jędrzejewicz’den toprağa verilmeden önce öldüğünden emin olmasını istemiş.

Ayrıca Chopin insan kalbini, ruhu yaşatan bir sembol olarak görüyormuş. Bunun için de kalbinin gömülmesi fikri ona ayrıca korku veriyormuş.

Söylentiye göre büyük bestecinin son sözleri bile bu konu üzerineymiş. Ölmeden önce kız kardeşine ‘beni kesip açmalarını sağlayacağına söz ver ki canlı canlı gömülmeyeyim’ demiş.

Kardeşi de tabii ki Chopin’in bu isteğini yerine getirmiş ve öldükten sonra bedenine otopsi yapılmasını sağlamış. Doktor kalbi alıp alkol dolu bir kavanozun içine koyduktan sonra da Ludwika, legal olmayan zorlu yollarla aradaki tüm ülke sınırlarını aşıp memleketi Varşova’ya getirmiş. Böylelikle asıl mezarı hayatının yetişkinlik yıllarını geçirdiği ve son nefesini verdiği Paris’te, Père Lachaise mezarlığında bulunan Chopin’in bedeni ve doğup büyüdüğü yer olan Varşova’da bir kilisenin duvarına gömülü kalbi arasına binlerce kilometre girmiş.

Yıllar geçmiş, İkinci Dünya Savaşı zamanlarında Chopin’e hayran olduğunu söyleyen bir Nazi komutanı kalbi korumak için oradan çıkarmış, ancak savaş sonrası kalp kiliseye geri verilmiş.

Ünlü bestecinin kavanozdaki kalbinin macerası burada da bitmemiş ama. Aradan biraz zaman geçtikten sonra 2014 yılına gelindiğinde ise Chopin’in ölüm nedeni hakkında ikilemler ortaya çıkmış. Ancak kavanozun açılmasına ve kalbin üzerinde incelemeler yapılmasına izin verilmemiş ve bilim insanları kalbi kavanozundan çıkarmadan yüksek kaliteli fotoğraflarını çekerek incelemekle yetinmiş. Ancak araştırmalar sonucu ilk tanı olan tüberküloz değişmemiş ve son raporda ‘yüksek olasılıkla’ Chopin’in kronik tüberküloz hastası olduğu ve ölümüne bunun yol açtığı tekrarlanmış. Tabii ki buna ikna olmayanlar ve hatta kalbin gerçekten Chopin’e ait olmadığını bile savunanlar hala var. Kim bilir belki kalbin tekrar incelenebileceği bir başka tarihte, yaklaşık 50 yıl sonra, yeni bilgiler, tanılar veya keşifler ortaya çıkar.

 

Yolu ileride Polonya’ya düşecek olan müzik severler ve bu ilgi çekici hikâyeyi okuduktan sonra kalbi bir de yerinde ziyaret etmek isteyenler için Chopin’in, içindeki sıvının konyak olduğu düşünülen kavanozdaki kalbi şu anda Polonya’nın başkenti Varşova’da bulunan Kutsal Haç Kilisesi’nde ziyaretçilerini bekliyor. Varşova’da ayrıca Chopin’in son piyanosu, kendi elleriyle yazdığı nota kağıtları ve hayatından birçok başka hatıranın da bulunduğu Frédéric Chopin Müzesi’ni de gezebilir ve orada belki bir müzik dinletisine de katılabilirsiniz.

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse, Bach üzerine olan yazımız da ilginizi çekebilir. Daha fazlası için Piri Guide uygulamasına bakmayı unutmayın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir